30 Aralık 2015 Çarşamba

tanrı'dan gizli sakladığım mutluluklarımı, bir köy yangınının ortasında unuttum. ve yine de her bir kuş için, kollarımda dallar açtım. kendimi geceye bahşettim ve sur'a esintisi sesler, karaya vurmuş bir balık gibi şakaklarımda geziniyor. kalbim yeni sönmüş bir yanardağ gibi. bir damla daha aşk atıp, kalbime giden bütün yolları tıkamak, yakmak istiyorum. yazmaya ve yakmaya cesaret edemediğim tüm şiirleri bir geceliğine koynuma alıp, isa'nın avuçları kadar olmasa da, cezalandırmak istiyorum tenimde hissettiğim her bir noktayı. hayata karşı kurşun kalemimden kurşunlar sıkmak istiyorum. kurşunlar sanki bir bumerang gibi tekrar bana geri dönüyor. benim kendi yazdıklarım, ilk önce beni vururken, bir bakıyorum elimde sadece, şarjörü hiç bitmeyen kalemim kalmış. zaten insan yalnız kalmaya mahkum edilirken elinde sadece kalemi kalıyor. ve ben yazarken kalemimi anasona bandırıyorum, fondipliyorum.

galasını kaçırdığım bir hayatım var. ve güzel günlere gidecek olan yollarım yeni bilenmiş bir satır gibi, kan revan içinde bırakıyor ayaklarımı. her yola çıkmamın sonu, sizin devasa gözlerle gördüğünüz, benimse kör öldüğüm yine bu dünyaya çıkıyor. bir ben duruyor bu kapının ardında ve tanrı bulutlarda yürüyor. toplamış etrafına tüm yetimleri, yeni sübyanlar yüklüyor leyleklere. benim tanrı'dan daha önemli işlerim vardı; vücudumun kuş bakışı haritası olan, tren raylarını andıran damarlarımda, ince topuklu ve en az bir kere blues dinlemiş bir kadını gezdirmek. ve rakibini alt eden bir gladyatör edasıyla tüm silahlarımı ona verip, eli bezinde bir kadın gibi beni yeryüzünden silmesini istiyordum. çünkü; kimse bıraktığım veya karşıladığım gibi kalmıyordu. insanlar değişmek için ellerinden gelen bütün çabayı sarf ederken, ben olduğum yerde bekliyordum. ve ben beklerken, hayat benden çok şey götürüyordu. beni bile.
tanrı, beni bana kırdırıyordu. henüz bir kadının belindeki gamzeden öpemeden, canımı alacak bir başka kadının sevişmeleriyle.
suçu başkasına yıkıp aslında kendimi öldürmediğimi ispatlamam lazımdı. dinlemeyi unuttuğum o yaşlılara dönmüştüm. yaşlandığımı unutup. ve artık bana en güzel melodi olarak geri dönen kalp atış yankılarım, kapağını hiç açmayacağım bir kitabın arasında sıkışıp kalıyordu. çünkü; vakti gelmiş bir trene binmemek beni hiçbir hayata ulaştırmayacaktı.

sanmaya başladıkça, eriyorum ve nasıl anlatacağımı bilmediğim, nasıl anlatmalıyım diye kendime seçenekler sunduğum tüm sorunlar, içimdeki çocukları bir bir salıncaktan düşürüyor. 
çünkü; yapabileceğim her şeyi yaptığımı düşünüp arkama yaslandığımda, yaslandığım yer; yapamayıp arkama sakladıklarımdır. ve orası öyle rahat değildir.
siz bunu da bilmezsiniz; bazen kuş tüyünden yapılmış bir yastık gibi geliyor bana, intiharın verdiği o, makyaj nedir bilmeyen huzuru 
hayal gücümün şekillendirici ruhu benden çok uzaklarda. sanki çocukluğumda ödüller kazanarak avladığım o kadim aşk tanrıçası çok daha muazzam ve doyumsuz bir hale gelmiş.
mutsuzluğumu paylaşacak kadar mutlu değilim
beynimin içinde farklı renkte kalemler var diye her satıra gök kuşağı çizemem. benim ağzımdan kan damlar karanfile. reform ve rönesans'ı bırak, tadilat dahi yapamadım kendime. hep tasfiye halindeyim. hep eski bir rum meyhanesiyim. içimde yarın yok. ben bir trajediyim.
ve ilk şiirini yazan şair kadar 
çıplak 
ve o yazı kadar 
bakireyim

bazen yalnız olduğunu unutuyor insan. unuttuğu en güzel şey oluyor sonra bu.  ama, çoğu zaman hiç olmayacak şeyler gerçekten de hiç olmuyor. ve insan ne yazık ki buna alışmak yerine, umut etmeyi yeğliyor. umutlu görünüp hayal kırıklığına uğramak aptalca.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder